31 Mayıs 2020 Pazar

LYON GEZİSİ

Merhaba, bana sanki bir romandan kesit okuyormuş hissi veren muhteşem şehir Lyon'dan bahsetmek istiyorum. 2019 yazı, ah o unutulmaz gezi! Fransa'dan schengen vizesi için gerekenler yapılmış, uçuş için en uygun şehri araştırıyorduk. Vizeye hangi ülkeden başvurursanız o ülkeden girmek risksiz olduğu için sadece Fransa'ya olan uçuşları araştırıyorduk. Daha önce vizeyi aldığım ülke yerine farklı bir ülkeden giriş yapmıştım sıkıntısız bir şekilde ama gezilerde ne kadar az risk alırsanız planın aksamaması için elinizden geleni yapmış oluyorsunuz ve bu da sizi rahatlatıyor. Araştırmalarımız sonucunda benim hiç de aklımda olmayan şehir, Lyon'a karar verdik. Rotamız için harika bir konumda olması ve uçuşun diğer Avrupa şehirlerine göre uygun olması bizim için Lyon'u vazgeçilmez yaptı. Lyon'dan sonra Cenevre'ye geçmeyi planlıyorduk Avrupa'nın en ucuz otobüs firması Flixbus ile ve işte asla unutamayacağımız o olay gerçekleşmiş oldu. Yalnızca 1 euroya  otobüs biletimizi Cenevre'nin hemen altında olan Fransa'ya bağlı Annemasse'ye aldık. Fevkalade olay 1 euro, ötesi yok!

Şehre indiğimizde geçen seneye göre insanlarla daha iyi bir Fransızca ile iletişim kurabileceğimi düşünürken yine üstümden atamadığım tutukluk ile görevlilere soru sordum. Şehir merkezine nasıl ulaşacağımızı öğrendikten sonra nihayet turuncu ve sarının şehri olarak isimlendirdiğim Lyon'un merkezine vardık. Daha önce indirdiğimiz çevrimdışı map uygulamaları ve şehir haritalarına güvenerek konaklayacağımız Airbnb evine vardık. İçimizdeki şehri gezmek için tutuşan heyecandan mı yoksa sırt çantalarının ağırlığından mı hemen eşyaları bırakıp keşfe daldık. Artık bir Buse klasiğine dönüşen olayı atlayacaktım az daha. 😆 Apartmana girerken şifreyi doğru tuşladığımıza emin olmamıza rağmen bir türlü içeri giremiyorduk. Benim kötü şansım mı yoksa gerçekten beceriksiz miyiz hala aklımda soru işareti. En sonunda kapıyı kendimize doğru çekip açmamız gerektiğini çözüp çantalardan kurtulma fırsatına nail olduk. 

Konakladığımız evin metroya çok yakın olması inanılmaz kolaylık sağlamıştı bize, hemen merkeze ulaşabiliyorduk. Vieux Lyon (Eski Lyon) denilen yer ilk durağımız oldu fakat şehri yukarıdan görebileceğimiz Fouvrier Bazilikası'na çıkmamız gerektiğini biliyorduk hava kararmadan. Bu yüzden benim için zorlu ama arkadaşım için eğlenceli olan tırmanma sürecimiz başlamış oldu. Dik bir yokuş ve orman yolundan bahsediyorum. Sonunda çekilen çilenin az bile kaldığı manzara ile karşı karşıyaydık. Tüm Lyon ayaklarımızın altında, efsane bir manzara. Meşhur bazilika kapalı olduğu için maalesef içini göremedik, geç kalmıştık. Kısaca bazilika ile ilgili bilgi vermem gerekirse, Bizans Gotik ve Romanesk akımları baz alınarak Pierre Bossan ve Sainte-Marie Perrin tarafından 1872 yılında inşa edilmiş. Bazı kesimler tarafından 19.yy mimarisini yansıtmadığı için eleştirilmiş. O yıllarda Katolik Klisesi'nin gücünü gösteren bir iç tasarımı bulunmakta. 1643'te Avrupa'yı kuşatan veba salgınından Lyon şehrini Meryem Ana'nın koruduğuna inanılmakta aynı zamanda 1870 yılında Prusya-Fransa Savaşı'nda Prusya'nın Lyon'da geri çekilmesi Meryem Ana'nın şehrin koruyucusu olduğuna inanılarak açıklanmakta. Bu yüzden Meryem Ana'ya adanan bir kilise yapılmış. Bir diğer tarihi mekan ise 1424-1778 yıllarında Celestin Nişanı Kilisesi olan ve ilk temsili 6 Nisan 1792'de gerçekleşen Théâtre de Lyon (Lyon Tiyatrosu). Lyon Place Bellecour (Lyon meydan) ise 1825 yılında yapılan Le Cheval de Bronze heykelinin olduğu geniş meydan.

Vieux Lyon'u baştan başa mutlaka yürümenizi tavsiye ederim. Saône ve Rhône nehirlerinin süslediği şehrin bence en iyi köprülerden ve nehir kıyılarından yürüyerek tadını çıkarabilirsiniz. Gün batımının fevkalade olduğu şehir, manyak olursun denilen cinste büyüleyici bir güzelliği vardı. Aşağıya bıraktığım linklerden ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız diye umuyorum. Sadece keşfetmek midir hayat, yalnızca görmek, güzelliklere hayran kalıp huzur bulmak? Bir yazıyı en iyi okuyucuya soru sorarak bitirebilirsiniz diyen hocalarıma selam olsun!

https://www.instagram.com/p/B96n7N0nYQ5/
https://www.instagram.com/p/B96ny6gH0Lv/
https://www.instagram.com/p/B96oDManQsT/
https://www.instagram.com/p/B96npxvHRhP/
https://www.instagram.com/p/CATTff3HSg3/
https://www.instagram.com/p/CATTFdOH6JN/

Değerli olanın peşinden gidin, saygı ve sevgiyle! ✋












28 Mayıs 2020 Perşembe

PLEASE, I CAN'T BREATHE OFFICER

ABD'de polis şiddetine maruz kaldıktan sonra hayatını kaybeden George Floyd'un son sözleri idi bu başlık. Videoyu kendimle verdiğim mücadeleyi kaybedip en sonunda izledim. Ellerinde kelepçe olduğu halde polis tarafından nefes almasını güçleştirecek şekilde boğazına baskı yapılan George Floyd'un videosu üzerine yazıyorum. İnsanların neye dönüşeceğini unutmamak adına, bir canlı hayatının öyle kolay çalınmayacağı herkes tarafından anlaşılsın diye, silinmesin bu görüntüler, yazılsın sayfalarca yazılar, yapılsın saatlerce konuşmalar. Nasıl bir insan bir canlının acı çekmesine göz yumabilir, nasıl ölümüne sebep olabilir. Hiçbir zaman kabul edemeyeceğim bunu. Bir kedinin kaldırımda tekmelenmesini, küçük bir çocuğun ya da kadının üstünde iktidar sağlayıp şiddet uygulayanları, bir canlı hayatının önemsiz görülmesini asla kabul etmeyeceğim.


Ölümden sorumlu olan polis memurları görevden alınmış, binlerce kişi protesto ediyor, FBI soruşturma başlatmış...



Hayattan ne alacağı kalmıştı, neleri yarım bıraktı, çocuğu var mıydı, bir eşi, bir sevgilisi, her zaman gittiği mekanda boş kalacak bir sandalyesi Minneapolis'te öldürülen George Floyd'un. 46 yaş onun için ne ifade ediyordu, 47'ye ne zaman girecekti? Eğer durumu fazla dramatikleştirdiğimi düşünüyorsanız ben de sizlerin bir canlının hayatına yeteri kadar değer vermediğinizi düşünüyorum. Çokça tekrar etmeliyiz bu ismi, George Floyd ve George Floyd'un katilini. Polis memuruna herhangi bir isim layık görmüyorum çünkü o sadece polis şiddetinin vücut bulduğu biri, George Floyd'un katili. Bize çağrıştırdıklarını, düzeltilmesi gerekenleri hatırlamak adına unutmayacağız bu ismi.

İnsan hayatı yerine canlı hayatı demeyi tercih ediyorum çünkü tüm canlıların hayatı eşit değerli. Sırf işe yaradığı için bir atı bir kuştan daha değersiz görmüyorum ya da tanımadığım ve farklı renkte bir insan olduğu için kardeşimin hayatından değersiz görmüyorum George Floyd'un hayatını. Unutmayalım, hafızalarımızdan silinmesin, kollektif hafızamızda yer etsin bu olay. ABD'de olması neyi değiştirir? Uzaklarda yaşanan bu vahşet, sırf bizden uzak diye polis şiddeti ve ırkçılığın sadece kavramlardan ibaret olduğunu mu düşündürür? Hiç sanmıyorum, nerede insanlığın kanayan yarası varsa tampon görevi kendini insan addeden herkese düşer.



Ölümün ne olduğunu yeni yeni kavradığım şu günlerde üzerimde bir şok dalgası yarattı bu olay. Sevdiğiniz birinin hayatı tehlikedeyken anlıyorsunuz, yaşam ne kadar önemli. Hayatımdaki en değerli insanın yaşama mücadelesine ve sevdiklerinin onu yaşatma mücadelesine şahit olurken bir hayatın göz bile kırpmadan çalınmasını kabul edemiyorum. O polis memuru bir hırsız, umutların ve yaşamın hırsızı. Ne gerekiyor bir canlının hayatının çok değerli olduğunu kavramak için. Bir hayat çok kolay alınabilir evet, bazıları bunu yiğitçe de görüyor fakat soruyorum size bir hayata verilen emek, gülümsetmek, umut vermek değil mi asıl hayran olunası, yiğitçe olan davranış. Ben kabul edemiyorum ne bu insanların varlığını ne de bu tarz ötekileştirici ideolojileri. Neden kolay olan ve tercih edilen hep yıkıp dökmek oluyor? Bu kustuğunuz öfkenin kaynağını bulup kendinizi neden iyileştirmiyorsunuz? Toplumun toksikleri, umarım kötü bir olay deneyimlemeden keşfedersiniz yaşamın asıl dinamiklerini.



Saygılı olun yaşama, doğaya, canlılara karşı! Sevgiyle kalın. ✋







27 Mayıs 2020 Çarşamba

ÜÇ BEŞ KİŞİ ROMANI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME


Üç Beş Kişi romanı edebiyatımızda önemli yeri olan Adalet Ağaoğlu tarafından yazılmış olup ilk yayınlanma tarihi 1984’tür. Farklı anlatım tekniği ile göze çarpan eser, 1980 öncesi karakterleri çalışır. Türk tarihinin çalkantılı dönemlerinde ele alınan 5 karakter birbirine bağlıdır. Eser Eskişehir, İstanbul ve gece teması üzerinde şekillenir. Dönemin olayları eserde baş köşeye oturmasa da bunun yerine sık sık bugün kaç ölü, kaç yaralı soruları yer almakta. Bu da inceden inceye okuyucuya tarihi gerçekleri hatırlatıyor. Bunun yanı sıra kadının toplumdaki yeri de sorgulanmakta. Eserin dili ne sade ne de ağdalı. Olaylar kısa bir zaman içerisinde gerçekleşse de sık sık geri dönüşlere başvuruluyor ve ihtimal dahilinde olan senaryolar gerçekten yaşanıyormuşçasına anlatılıyor sonra gerçeğe dönülüyor. Bu da eserin derinliğine katkı sağlıyor ve okuyucuyu zorluyor. Anlatım tekniğindeki bu tarz farklılıklar ilk başlarda eserden uzaklaştırsa da alıştıktan sonra akıcılığa kendinizi bırakıyorsunuz.
Okuyucuyu harekete geçmeye iten muhteşem bir girişle başlıyor kitap. Harekete geçen bir diğer kişi ise Eskişehir’in prensi Murat. Ablası Kısmet’ten İstanbul’a geleceğine dair bir telgraf alıyor. Bu telgrafın etkisi karakter üzerinde hayli fazla, bu bilgi ile ne yapacağı ile ilgili derin bir muhakeme içerisine giriyor. Sonunda ablasının eski sevgilisi ve önceden ablası buraya gelirse haber vermesini söyleyen Ufuk’u bulmaya karar veriyor. Murat’ın bir zamanlar onu destekleyen bir arkadaşına borç ödeme şekli bu. Bu yolculukta ailesi ile ilişkileri, müzik hayatı ve Selmin’le arasında yaşananlara değiniliyor. Murat zincirlerinin ne olduğunu çözemeyen ve bu yüzden de onları kıramayan pasif bir karakter. Kısmet istediği hayat için çok geç mücadele etmeye karar veren bir kadın. Arkadaşı, yetim olan Kardelen ise mücadele etmeyi seven ve hayata meydan okumuş bir kadın. Hayatındaki erkeklerle olan ilişkileri konu edinmiş. Kardelen tutku ve sevginin ayrımını yapıyor Murat ve Tahsin karakterleri üzerinden. Ferit Sakarya karakteri ise çoğu kişinin saygı duyduğu, sorgulanmayan fikirleri olan, memleket meselelerine eğilmiş, yurt dışında eğitim görmüş, saygın insanlardan biri. Aslında çoğu kötü sonuçları olan olaylara dur diyebilecek bir karakterken pasif kaldığını görüyoruz ama her bireyin kendi hayatını şekillendirmesi gerek. Murat dayısından nefret etmek yerine onu rol model alabilir veya içindeki tutukluğu başka türlü kırmaya çalışabilir, Kısmet ise Kardelen gibi aşk konusundan cesur olabilirdi.
 En çok etkilendiğim cümlelerden biri İnsanın yaşamında hoşnut edilmeye değer üç beş kişinin kalmış olması az şey midir? idi. Benim gözümde, romanda çoğu yerde kopukluklar olsa  akıcılığından bir şey kaybetmemiş. Geçmişe dönüşler ve ihtimallerin gerçekleşen olay anı ile harmanlanması yazarın kafa karışıklığından değil de bile isteye bu tekniği kullandığını hissettiriyor. Bu yüzden çok iyi dokunmuş bir eser okuduğumu düşünüyorum. Karakterlerin bazıları birbiriyle bağlantılı ama anı zamanda ayrıydı. Yazarın yaptığı psikolojik çözümlemelerde bunu fark etmek mümkün. Eserden okuyucunun günlük hayatına yardımcı olabilecek dersler çıkarmak da mümkün. Mesela insanların destek isteyebileceği ve alacağı üç beş kişinin muhakkak olması gerektiği, toplumsal olaylardan ve iletişimden kopukluğun zararlı olabileceği, kişinin kendisini tanıması ve önceliklerini belirlemesinin önemi gibi.

Sevgiyle kalın, sevdiklerinize ve kendinize çok iyi bakın. ✋




24 Mayıs 2020 Pazar

ANKARA ROMANI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

Ankara romanı Yakup Kadri Karaosmanoğlu tarafından yazılmış, 1934 yılında Akba Kitabevi’nde yayınlanmıştır. Okuduğum kitap ise 7. baskı olup İletişim Yayıncılık tarafından yayınlanmış, toplam 264 sayfadan oluşuyor. Roman adından da anlaşılacağı üzere Ankara’yı anlatıyor. Sadece bir şehir betimlemesinden ziyade Ankara, bir dönemin bitişi ve başlayışının merkezinde olduğu için kitapta kapsamlı analizlere yer verilmiş. Toplam 3 bölümden oluşan kitabın ilk bölümü Sakarya Savaşı öncesi 1922’ye kadar, ikinci bölüm Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanını izleyen yıllar (1926’ya kadar) ve son olarak üçüncü bölüm Cumhuriyet sonrası yıllardan oluşmaktadır. Bu üç bölümde farklı kimliklerle ana karakter olarak karşımıza çıkan Selma yer alıyor. Selma her dönemde hayatına giren erkeklerle bizim dönemi anlamamıza yardımcı oluyor. Yakup Kadri Karaosmanoğlu o tarihlere birinci gözden tanıklık etmiş bir yazar olduğu için güçlü bir eser inşa etmiş. Cumhuriyete gebe halkın sancılarını, doğumu ve ortaya çıkan çocuğu anlatmıştır. Eserde karakterleri üstünkörü anlamak karakterlerin temsil ettiklerini kavramamaya varır. Tamamıyla olayların ve karakterlerin o zamandan birer parça olduğu kabul edilmeli. Eserdeki mekanlar, olaylar ve karakterler Cumhuriyet tarihinin gerçekçi ögeleridir.

Birinci bölümde Selma Hanım Ankara ile tanışıyor, bu tanışma daha önce hiç İstanbul dışında yaşamayan bir kadın için çok zor. Ankara Anadolu’nun bir parçası, yıkık dökük evleri, yolu olmayan sokakları ile. Osmanlı’nın gözdesi hatta kalbi İstanbul’un yanında virane bir şehir. Tıpkı Anadolu’nun diğer şehirleri gibi. Selma Hanım Ankara’ya ne kadar uzak ise Osmanlı da öyle. Kocası Nazif Bey bir banka şefidir, ne kurtuluş savaşı onun için önemlidir ne de cumhuriyet. Zayıf bir karakter olan Nazif’in bu yönünü, Selma ancak başka insanları (Binbaşı Hakkı) tanımasıyla görecektir. Kendisi milli mücadelede yer almak isterken kocasının güvenli bir yer arayışı Selma’yı kocasından artık tamamen uzaklaştırmış ve boşanmışlardır.

İkinci bölümde zafer kazanılmış, Hakkı Bey ve Selma Hanım aktif rol oynamıştır bu zaferde. Selma Hakkı Bey’i, Nazif Bey’in arkadaşı Murat Bey sayesinde tanımıştır ve amacını çok kutsal gördüğü için ona katılmıştır. Hakkı karakteri Selma’da mücadeleci bir ruh oluşturmuştur ve Selma bu hedefe giden yola, amaca hayran kalmıştır. Hakkı Bey’le evlenmiştir ancak zafer sarhoşluğuna kendini kaptıran eski binbaşı git gide kendini Selma’dan uzaklaştırır. Yanlış batılılaşmanın somut bir örneği olan Hakkı için artık Vatan değil kendisi önce gelir. Gavur dediği Avrupa artık onun için özenilmesi gereken bir medeniyettir ve bu durumu o kadar abartır ki Selma’nın gözünde çevredeki aşırı tiplerden birine dönüşür. Sohbetinden zevk aldığı ve düşüncelerinin karşılık bulduğu genç muharrir Neşet Sabit ile sohbet ettikçe Selma artık bu duruma katlanamaz ve Hakkı’dan boşanır. Böylelikle öğretmenlik hayatı başlar.

Son bölüm Yakup Kadri’nin hayali olan Ankara’dan bahseder. Selma ve Neşet Sabit evlenmiştir. Selma Anadolu’nun çoğu yerine yeni değerleri tanıtmayı hedef edinmiş cumhuriyetçi, milliyetçi bir kadına evrilmiştir. Halk Evleri, Toplumsal Mükellefiyet Teşkilatı yeni düzenin merkezi olmuştur. Hayal edilen, genç, dinamik karakter tiyatro sanatçısı Yıldız ideal Türk insanı olarak karşımıza çıkar.

İlk sayfadan son sayfaya kadar tarihe gerçekleri bizlere sunan Ankara’da, okuyucu olarak Nazif karakterinin vurdumduymazlığı beni de Selma gibi rahatsız etti. Bir diğer karakter Hakkı Bey’i Selma'nın bu kadar etkilenmesini içselleştiremedim. Hakkı Bey zaferin ne olduğunu kavrayamamış yanlış batılılaşma örneğinin adeta vücut bulmuş hali olarak karşımıza çıkmakta. Zafer kazanmak için savaştan galip çıkmak yeterli değil, bunun için halkla bütün olup bir gelişme sürecine girmeliydi. İlk olarak Ankara Palas’ın önünde duran yoksul halkla birlik olup kurtuluş savaşını devam ettirmeliydi. Bu yüzden ben Hakkı karakterini Nazif’ten daha zayıf görmekteyim.

İkinci bölümle ilgili dikkatimi çeken ise Cemile karakteri idi. Romanın başında da aslında görünmez bir karakter olan Cemile salon hayatına geçildiğinde kendisini ne kadar Avrupalı tarzda göstermek adına çabalasa da bunu başaramıyor ve eskiye göre daha mutsuz, asık suratlı birine dönüşüyor. Hangi devirde olursa olsun toplumun beğenisi üzerinde şekillenen güzellik olgusunu burada da görüyoruz. Mutluluğu etrafındakilerin sahte mutluluğu üzerinden puanlayan, baloda üstünde mücevher taşıyan Cemile büyük bir yanılgıda çünkü o zamanların ve hatta şimdinin de mutlu insanı öğrenme, öğretmeye dayalı da olabilir. Çevresindekilerin çemberinden uzaklaşamayan Cemile mutluluğu yanlış yerde arıyor.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun başyapıtı olan Ankara herkes tarafından okunmalıdır yalnızca siyaset ya da tarih ile ilgili olanlarca değil. Yazar, Selma üzerinden Ankara’yı, yeniliğe ayak uydurmaya çalışıp tökezleyen Osmanlı toplumunu, Kurtuluş Şavaşı’nın neleri hedefleyerek yapıldığını, bu hedefi anlamayanları ve bunu anlayıp kendine amaç edinenleri gibi daha bir çok kesimi ve olayı o zamanların tarihi dokusunu hissettirerek anlatıyor.

Kitapları yoldaş edinin, sevgiyle kalın. ✋






23 Mayıs 2020 Cumartesi

ROMA GEZİSİ

Merhaba, bugün 2018 yazında Roma'ya yaptığım geziden bahsedeceğim. Bilgilendirici bir yazı olmaktan ziyade tamamen kişisel bir yazı olduğunu belirtmekte fayda görüyorum. Bunun için neden bu kadar geç kaldığımı düşünüp üzülmek yerine karantina günlerinde böylesine heyecan verici bir meşgale ile uğraştığım için mutluyum. Bundan sonraki yıllarda yani demem o ki Covid-19 döneminden sonra artık gezilerin eskisi kadar kolay gerçekleşeceğini düşünmüyorum. Ulaşım, konaklama fiyatlarının artmasının yanı sıra dünyanın her hangi bir yerinde her hangi bir dağa, denize, tarihi yere gitmenin zorlaşacağı kanısındayım. Bu yüzden anılarım daha çok anlamlandı ve alzheimer olmadan ileride okuyup hatırlayacağım şekilde biriktirmek istedim. Bunun için Roma güzel bir başlangıç olacaktır. İnsanlık umarım bu zorlu günleri atlatıp daha bilinçli hale gelir ve doğanın bir parçası olduğumuzu anlayıp ona göre şekillenir. Herkesin bilinçlenmesi umuduyla diyerek kendimi 2018 yazına atıyorum. 

İlk yurt dışı uçuşumun İtalya olması beni mutlu ediyordu fakat yabancı dilimin yeteri kadar iyi olmaması, farklı bir ülke deneyimlemek, konaklama, ulaşım gibi midemde kelebeklerin uçuşmasına sebep olan konular yüzünden biraz gergindim. Buna rağmen yine de sanıyorum bu tatlı heyecanı çok defa tatmak istedim ve hala istiyorum. Benim sadece aşık olduğum zamanlarda midemde kelebekler uçuşmaz, sanıyorum çok az dinleniyorlar ve her daim oradalar. Konuya tekrar dönecek olursak, ne olmuş yani biraz korku ve gerilim varsa bir işin içinde! Hepsi bizim kafamızda değil mi, biz bitirmek istersek biter ancak biz devam ettirirsek kalabilir. Tabi istemediğimiz duyguları kovma yöntemini de bilmek gerek, bulun onu.🌝 

https://www.booking.com/hotel/it/mth-eliocentrismo.tr.html 
Konakladığım yerin linkini bıraktım, mükemmel bir konumu var çünkü manzarası Vatikan. Fiyatı gayet uygun olduğu için de artı puanları yükseliyor. Yalnız mekana giriş konusunda sorun yaşadık, teknoloji ile imtihanımız diyebilirim. Mail adresimize gönderilen giriş koduna internete erişimimiz olmadığı için ulaşamadık ve böylece yurt dışı maceramın ilk saatleri otelin önünde 9 kg çantamla kapıyla bakışarak geçti. Bir de Booking kullanıyorsanız eğer ekstra istenen ücretleri göz ardı etmemek gerekiyor. Dikkatli bir araştırma yapınız çünkü temizlik ücreti, şehir vergisi gibi ücretlendirmeler çoğu zaman total fiyata dahil olmamakta. 
Tiber nehrinin yanı başında, bana o akşam vaktinde dünyanın en harika sesine sahip birini dinliyormuş hissi veren sanatçı, ahh. Ne müthiş bir andı o. Gece boyu yorulmadan, bir filmden çıkmışcasına görünen dar sokaklarda yürüyüp, Collesium ve Trevi Çeşmesi'ni görmek ve çeşmenin başında yanımızda oturan insanlara çekirdek ikram etmek. Hiç bilmediğin yerler, tahminler, hayaller ve araştırmalar sonucu işte karşında, bu karşılaşmanın yol açtığı heyecan çok az şeyle kıyaslanabilir. Çoğu zaman memnun kalınsa da bazen hayallerinde daha güzel olabiliyor o yerler bazen de hayal kurmak ve yaşamak aslında tamamen denkmiş hissi veriyor. Şunu da söylemek isterim, hayallerimizi çok kolay değiştirebillirken yaşamlarımızda bu o kadar kolay olmuyor. Yaşamlarımız bazen başkalarının bir sözüne bağlı iken kişinin kendi hayatı söz konusu olduğunda yön vermek kolay olmuyor. Hepimiz için tüm hayatımızın iplerini elimizde tutmayı ve onu iyi kullanmayı diliyorum. 

Roma diyorum, 2800 yıllık şehir. Neler yaşandı bu şehirde ne aşklar, ne ölümler, ne kavgalar oldu, nasıl kalpler çarptı? Benim kısa süre gezme şansımın olduğu şehir, sınırlarımı sadece benim çizebileceğimi öğreten şehir. Anlam yüklediğim, anılar biriktirdiğim şehir. Lütfen anılarımı unutmak mümkün olmasın. Geçmişe tutuk bir insan olduğumu düşünmüyorum ancak bazı şeyler kaybolmasın istiyorum. Mesela hep yüzüme gülümseme bırakanlar değil, kaşlarımı çatmama sebep olan, gözlerimi dolduran, benliğimi derin doluluklara atan anılara da ihtiyacım var benim, ben kalabilmek için. 

Size gözümün nuru olan fotoğraflarımı biriktirdiğim instagram hesabımdaki Roma'da çektiğim bazı fotoğrafların linkini bıraktım, umarım gözlerinizi şenlendirir. 

https://www.instagram.com/p/BmN5gOLhUQu/?igshid=ugn7l3hb6gkt

https://www.instagram.com/p/BmN5QBQhqto/?igshid=1549vwh9g16un

https://www.instagram.com/p/BmN5IwKBNdG/?igshid=hecu4lr622xx

https://www.instagram.com/p/BmN5AHnBqxy/?igshid=19mndj9cmic0g

https://www.instagram.com/p/BmN47s7h6v4/?igshid=jc74ecyl747u

https://www.instagram.com/p/BmN404lhuXR/?igshid=kgz68p91719j

https://www.instagram.com/p/BmOOJYyBPUQ/?igshid=g01hzxnbi6tv

https://www.instagram.com/p/B_r8hWHnDiL/?igshid=zzug4r0guacc


Değerli olduğunuzu unutmayın, kendinize iyi bakın, doya doya yaşayın.



19 Mayıs 2020 Salı

ÇİZGİDE KALABİLMEK

Merhaba, çoğu insanı zaman zaman düşündüren bir konu ile ilgili yazıyorum. Aynı zamanda insanı okuduğu zaman ferahlatan ve yeni bir pencere aralatan bir yazı olmasını umut ediyorum. Konu, nefes almayı bırakmak, ölüm. Sıradan betimlemeler hatta belki süslü kelimeler seçerek bu kaotik havayı dağıtmak isterdim ama bu ne mümkün! Nefes almayı bırakmak, bu dünyadan göçmek, gökyüzüne yıldız olmak... Bunlar ve daha niceleri gibi güzel süslemeler var. Gerçekten gizliyor mu peki bu süsler, bir canlının yok oluşunu? 

Ne zaman düşünsek ölümü güçleşir nefes almak, kaybettiklerimiz aklımıza gelir kaybetme ihtimalimiz olanlar ile el ele. Sanmıyorum ki ilk düşünme anında akla gelen kişinin kendi ölümü  olsun. Neden akla ilk bu gelmez? Sonuçta bir gün biz de nefes almayı bırakacağız, bunun korkusunu yaşamak gayet doğal. Ölümün kıyısından köşesinden tutmuş olanlar anlar belki bu dediğimi. İntiharı düşünenler ve düşünmeyenler, yalnızlar, kalabalıktakiler...  Muhakkak bazı insanlar da ilk olarak kendi ölümlerini düşünebilirler. Çoğunluk için ölüm kelimesinin akılda ilk çağrıştırdığı başkasını kaybetme korkusu veya daha önceden kaybettiklerinin acısıdır. İnsanlarla konuşmak için neredeyse en son tercih edilen bu konu daha fazla gündemde olmalı çünkü biz de bir gün elbette ölümle tanışacağız. 

Peki ölümde bu kadar korkunç, acı olan ne? Bencilce ölen kişinin eksikliğini hissetmek mi, yoksa ölünün geride kalan hayalleri mi? Yanlış mı yapıyorum bilmiyorum ama ölü lafını daha çok duyarsak kolaylaşacak bazı şeyler. Kabullenmenin güç olduğu bu yaşamda bir sürü ölü oldu, tam şu anda ölenler var ve ölmeye devam edecekler. Bu kadar basit bir denklemde bilinmeyen ne? Doğum, yaşam ve ölüm. Neyi anlamakta sorun yaşıyoruz, kabul edemiyoruz? Belki de yaşanmamış aşkları, kaçırılmış trenleri, bir çocuğun göz yaşını, kırılan vazonun onarılamamasını, bir babanın gerçekleştiremediği hayalleri, özgür koşma şansını bulamayanları, adaleti yakalayamayanları, feda edilenleri, söylenecek sözlerin yarım kalmasını kabul edemiyoruzdur.

Başlığımı çizgide kalabilmek diye seçtim çünkü yaşamı bir çizgi olarak görüyorum ölümü ise çizginin dışına çıkanlar. Bunlar bazen kendi istekleri ile çıkarlar bu çizgiden, bazen melun bir hastalık ile, bazen bir başkası bir diğerini çıkarır çizgiden, bazıları yanlışlıkla çıkar ya da yanlışlıkla birilerini çıkarır. Hep o çizgide kalan olmaz hiç, bir gün mutlaka çıkılacaktır o çizgiden. Şöyle güzel bir yanı var bu çizginin, sen şekillendiriyorsun. Bazen kocaman bir kalp yapıyoruz o çizgiden, bazen bir dönme dolap, bazen bir karavan. Ne istersek oluyor çaba ve umutla, bir sürü de alternatifi var mesela dönme dolap olmazsa gondol. Bu çizgide insan olarak kalmak en önemli şey çünkü çizgide sizi etkileyen bir çok faktör oluyor iyi ve kötü. Bu ayrım hiçbir zaman net değildir aslında ama iyi ve kötü yargısı hep olmalı. Zihin süzgeci hep aktif olacak bu etkilerin altından kalkabilmek için. Çizgiyi birleştirme yöntemleri de olacak, sevgiliyle, arkadaşlarla, aileyle, öğretmenlerle,... Seçilen çizgi arkadaşlarıyla mutluluk katlanacak. Çizgiden ayrılanlar derin kederlere boğacak bizi ama hala çizgide kalınacak ve devam etmenin zorlukları ile mücadele edilecek. Çizginin bir yerinde eksiklik oluştuğunda yine devam edilecek, çizgiyi tamamlamanın bir yolu bulunacak, bulunmak zorunda. Bu zor biliyorum, çizgide kalabilmek.  

Kendinize ve sevdiklerinize iyi bakın, doya doya yaşayın. ✋