28 Haziran 2020 Pazar

GEMİDE DOLULUK

Merhaba, bu günlerde nesnelere neden fazla önem verdiğimiz üzerine kafa yoruyorum. Hayatımızı kolaylaştırdığı için mi, ulaşmanın zor bir süreç gerektirmesinden mi, bir şeylere anlam yükleme ihtiyacından mı? Bu sorulara nasıl cevap verilirse verilsin tatmin edici olmuyor. Nesneler değil öznelerle kurulan bağlar ya da hayatı onunla anlamlandırdığımız şeyler  asıl vazgeçilmezlerimiz olmalı. İnsanlar nesnelere verdiği değer yüzünden hayatın yüzlerini keşfetme fırsatını kaçırıyor. Bunun için vereceğim örnek uzun yıllarca biriktirilen, dokunulmayan sermaye sonucunda alınan taşınmazlar, araba, elektronik eşyalar olabilir. Çoğu insan bunu yapar veya hayalini kurar, bu basit istek gerçekleştiğinde ise hayatlarının gözdesi haline gelir. Sadece hayat kalitesini arttırmak için yapılan gerekli bir hareket olarak görülmesi daha akla yatkın. Bunlar sadece istenildiğinde alınıp satılan, anlam yüklemek için fazla değişken şeyler. Yenisi ve daha nitelikli olan karşısında güçsüzler. Oysa canlılarla kurulan bağlar farklı ve şüphesiz çok değerlidir. Bir yenisi olabilir fakat bundan ne aynı tat alınır ne de değiştiğinde daha iyisi olduğuna emin olabilirsiniz. Bunun için zaman ve kendinizi iyi tanımanız gerekir. Doğru bağlar kurulduğunda kişiler daha gösterişli olanı istemez. Hayat yolculuğumuzdan gelip geçici olanı ve geçmesini istemediklerimizi ayırt etmeyi bilmeliyiz.

Nesnelere önem vermenin şüphesiz bizleri hayata bağlayan rolleri var. Hedef oluşturmayı ve hedefe giden yolda becerilerimizi arttırmayı sağlar. Örneğin toplum birine yetişkin diyebilmek için ondan evlilik, meslek, ev, araba gibi şeyler bekler. Kişi bu beklentileri kendine amaç edindiğinde belki kuracağı aile ile hayatına giren çocuklar onu güçlü ve mutlu kılar. Çocuk yetiştirirken şevkati, sevmeyi öğrenir. Maddi unsurlar ise bu yapıyı ayakta tutar. Diğer taraftan zaten toplumun beklentilerini yerine getirmek için varını yoğunu ortaya koymak yanlış olduğu gibi  maddenin gücü karşısında sarhoş olma söz konusu. Kişi burada önemli olanın istediği şekilde inşa edeceği kimlikle mutlu olabilmek olduğunu kavramalı. Ne toplumun belirlediği kimliği doldurmaya çalışmalı ne de kendinin değil toplumun değerli gördüğünü elde etmek için uğraşmalı. Deneyimlerime dayanarak söyleyebilirim ki insan küçük bir anın mutluluğunu hiçbir para biriminin ölçemeyeceği kadar yoğun yaşayabilir. Eğer kişi sadece maddi olanla ilgileniyorsa aşması gerekenleri bulmalı çünkü kaçırdığı mutluluk nesneleri elde etmekle telafi edilemez. Binbir zorlukla bir gemi elde edebiliriz ve seçtiğimiz limana varabiliriz fakat kaçıracağımız şey, gemiyi insanlarla doldurmak ve bu insanların bizle paylaştığı limanlara uğramak olur. Bu fevkalade çeşitlilik, birikim bizi hangi limanlarla tanıştırır, yolculukta hangi eğlenceli serüvenler atlatılır gerçekten bilmek istemiyor muyuz? Bu çılgın doluluk yerine şık ve gösterişli bir araç mı tercih edilmeli?

Hayatta önemli olanın ne olduğu birçok kişinin aklını kurcalar ve bunun karmaşık ve çok yönlü cevapları olur. Zaten herkes için aynı olması milyarlarca insan göz önüne alındığında mümkün değildir, mümkün olsa da bu sıkıcı olmaktan öteye geçmez. Farklılıkların bize sunduğu bol seçenekler sayesinde insan kendi değerlisini bulmakta zorlanmaz. Bu bazen şarkı söyleyebilme özgürlüğü iken bazen de yağmur kokusudur. Kadınların şarkı söylemesinin yasak olduğu veya kuraklık sonucu yağmur özleminin olduğu bir ülkede yetişmek bu anlamda insanların düşüncelerini değiştirir. Bu gibi koşullar dolayısıyla önemli olan, yüklenilen anlamlarla her zaman değişkenlik gösterir. Hayatımızdaki renklerin çeşitliliğine rağmen nesnelere tapma yolundaki direniş anlamsızdır. Eğer insan paranın en önemli şey olduğunu düşünürse sağlık, aile, duygusal bağlar, öğrenme gibi unsurları göz ardı etmiş olur. Bunun sonucunda kişi her yönden yalnızlığa mahkum olur. Yalnız kalmanın bazen faydalı ve huzur verici olduğunu kabul ediyorum fakat zorunlu yalnızlığın inceden inceye insanı tüketen bir durum olduğu aşikar. Sonuç olarak sanıyorum nesnelere diğer seçeneklere bakılmaksızın fazla değer atfetmek körlüktür.

Nesneleri aynı gözle gördüğümüz insanlarla bağ kurma dileğiyle, hoşçakalın. ✋



17 Haziran 2020 Çarşamba

HER YOLU DENEDİK Mİ?

Merhaba, insanlarla iletişim kurmanın, birilerinin fikirlerine dokunmanın, geri dönüt almanın, etkileşimin hayatımızda yeri nedir ile ilgili yazmak istiyorum. Öncelikle karşımızdaki kişi bizi anladığında yaşadığımız mutluluğu hatırlatmak isterim. Bu his bir tatmin veya gerçekten saf bir mutluluk olabilir. İki türlü de üzerimizde bizi rahatlatan bir etki bırakır. Peki nedir bu hisse sebep olan? Konuşma eylemini bilinçli ve anlaşılır bir dil ile yerine getiriyorsak doğru tepkiyi aldığımızda neden farklı hissediyoruz? Doğru tepkiden kastım ise karşıdakinin size olan geri dönütünün olumlu veya olumsuz sizi anlamış halde gelmesi. İletişime aç insanlar olarak tanımlıyorum bir çoğumuzu, bu açlığa sebebiyet veren de hem biz hem de diğerleri. Korku var anlaşılmama ve anlatamamadan kaynaklı ya da ümitsizlik, zaten anlaşılmayacak dediklerim diye. Hayatımızın bazı dönemlerinde, bazı kişilerle anlaşmakta zorluk yaşarız. Karşıdaki kişiye olan duygusal yakınlık bile bu kopukluğun önüne geçemeyebilir. Bu durumda bazen toleransla iletişimin sınırlarını zorlamak mümkündür bu fayda da edebilir fakat bazen de her yol denenmiş geriye kabul etmek dışında bir şey kalmamıştır.

İletişimde bulunan kişiler arasında benzerlikler varsa sağlıklı iletişim daha kolay kurulabilir. Örneğin benzer sermayelere (Bourdieu'nun capital tanımı) sahip değiller ve uzlaşmacı bir tutum sergilemiyorlarsa süreç yokuşa girer. Bunu önlemek için kişilerin anlayışlı ve açık olarak çaba göstermesi gerek. Tabii burada bahsettiğim büyük benzerlikler değil. Aynı okul, din, ırk, cinsiyet, siyasi görüş çok fazla çoğaltabileceğim bu örneklerin sağlıklı iletişim için olmazsa olmaz bir önemi yok. Büyük farklılıklara rağmen kurulan sağlıklı iletişimler, yürütülen ilişkiler var çünkü yapılan doğru tartışmanın iki tarafa da pozitif etkisi olmakta. Süreç onlar için ne yorucu ne de sıkıcıdır, muhtemel olan zihin açıcı olma özelliğinin ilişkilerini diri tutması. Tartışma, haklı çıkmak veya karşıdakini ezme hırsı gibi kötü emellerle değil açıklığa kavuşturma ve öğrenme hevesi ile yapıldığında tadından yenmez ve bu, güzel, ömürlük ilişkilere dönüşür.

İnsanlar bazen bir olaya fazla tepki verdiğimizi söyler ancak neden bu tepkinin aşırı olduğunu, onların normalini neyin belirlediğini söylemeden bunu yapar. Bu basit ve aklıma aniden gelen bir örnek. Varmak istediğim noktanın ise gerçekten iletişimi iyileştirmek adına en önemli dinamik olduğunu düşünüyorum. Her insan farklı kültürle, aileyle, eğitimle, sosyal çevreyle yetişiyor ve doğal olarak farklı bireyler oluyor. Bu basit gerçeği kabul ettiğimizde, insanların bizden farklı deneyimlediği hayata verdikleri tepkilerin binlerce olasılık içerisinde vücut bulmasının harikülade olduğunu görürüz. Bahsettiğim başkalarına aşırı gelen o tepkilerin o kişiye ait olduğu ve o kişinin normali olduğunu kabul etmek, sonra kendi doğrularınız üzerinden durumu karşılıklı değerlendirmenin ne kadar değerli olduğu. Öte yandan her insanı olduğu gibi kabul etmenin doğru olduğunu da asla düşünmüyorum. Örneğin sırf koşulları yüzünden canlılara zarar veren, doğaya saygısız biri haline dönüştüyse bu onun zayıflığının sonucudur. Böyle durumları kabul etmeden kendi doğrumuzu acaba dediğimiz bir açık kapı bırakarak savunmalıyız. O açık kapıya birileri bir gün muhakkak girecek ve bir değişimin habercisi olacak. Çoğu insan görüşlerine karşı çıkılmasın, kabul edilsin, onaylanma isteği tatmin edilsin diye ne yazık ki tartışmanın önüne set çekiyor. Bu yüzden karşıdaki ne söylerse söylesin beyine ulaşıp üzerine düşünmeden savunma mekanizmasını aktifleştirip sadece reddediyor. Oysa argümanlar sunulsa üzerine tartışılsa, ne faydalı olacak her ikisi için de.

Bu konu ile ilgili olağanüstü ve benim hayatımı gözden geçirmeme sebep olan bir araştırmanın üzerine yapılan konuşmanın linkini bırakıyorum. Sanıyorum bu videodan sonra iletişimin ne denli önemli olduğu daha net kafada yer eder.
https://www.ted.com/talks/robert_waldinger_what_makes_a_good_life_lessons_from_the_longest_study_on_happiness/transcript?language=tr

Her zaman değerli olanınız için savaşın ve karşınızdakinin değerini kabul edin. Kelimelerin gücüne bayılıyorum burada aslında karşınızdakinin değerli gördüğüne saygı duyulması gerektiğini yazmak isterken direkt karşınızdaki değerli ve onu kabul edin gibi bir anlam çıktı. İkisi de çok hoş oldu. Sağlıklı, mutlu, bol kazanımlı ömürler. ✋

13 Haziran 2020 Cumartesi

Usta Beni Öldürsene

Postmodern edebiyatın önemli temsilcilerinden olan Bilge Karasu 1930 yılında İstanbul’da doğmuştur. Öykü, roman, deneme türlerinde daha çok felsefi konular üzerine yoğunlaşarak yazmıştır. Göçmüş Kediler Bahçesi içerisinde 14 farklı öykü barındıran 1979 yılında yayınlanan öykü kitabıdır. 7. Sırada yer alan Usta Beni Öldürsene masalını değerlendirmeye çalışacağım. Eserde bol metaforlara ve betimlemelere yer verilmiş. Okurken çok fazla çağrışım uyandırıyor ve eser sizi tamamen içine alıyor. Sade bir dili olduğu söylenemez fakat okuyucuyu rahatsız eden bir anlam karmaşasından da bahsedilemez. Daha çok soyut ve imgesel düzlemde bir hikaye olduğunu söyleyebiliriz.

Eser usta çırak ilişkisi üzerinden ölümü anlatmaktadır. Ölüm konusu benim de üzerine çok düşündüğüm hatta birkaç yazı yazdığım bir konu. Okuyucu nasıl düşünürse hikaye o yönde şekillenebiliyor. Rol model olarak gördüğümüz her insanı usta kendimizi de çırak kabul edebiliriz, hayatı ise cambazın üstünde durduğu ip. Daha önce ben de böyle bir metafor kullanmıştım bu yüzden eser bana çok yakın geldi. Karakterimizin ölecek olan insanların yüzünde ben görmesini ise şöyle değerlendiriyorum. Çırak hayatında yer alan çoğu kişinin yüzünde ben görebilir hatta görmekte. Bunun nedeni ise ipte duramayan yani hayata elveda diyen çıraklar veya ustalar. Bunlar ipten elbet bir gün düşecek. Doğal olan insanların o ipten düşmesi yani hayatını kaybetmesidir. Doğum, yaşam ve ölüm döngüsü. Karakterimiz, yazarın metaforunu göre cambazların veya yaşam mücadelesi verenlerin bir gün öleceğini kabul etmiştir. Herkesin yüzünde ben görme potansiyeline sahiptir. Umarım, bizler de o beni görür ve durumu kabullenebiliriz.

Yazı yazmanın rahatlatıcı etkisini kabul etmiş olup bu tarz imgesel kısa yazıların üzerimizde bıraktığı etkiyi de yoğun olarak yaşadığımızı görmezden gelmemeliyiz. Sadece bir şeyler öğrenmek, bir adım ileri gitmek için araç olarak görmekten vazgeçmeliyiz okuduklarımızı. Bir şiirin üzerimizde bıraktığı etkiyi herhangi bir yazıda da bulabiliriz muhakkak. Duygularımızın, kalbimizin bazen ipleri eline almasına müsaade edelim.

İnsanların yüzlerinde bir gün ben olacağını kabullenelim, hoşçakalın. ✋